İzmir de bir akşam, biraz eskilerden ama hiç eskimeyen... Mini avlusu, gökyüzüne en yakın yerde Izmir in tüm manzarasını cömertçe bize sunan terası ile Anneannemin iki katlı evi. Şimdilerde o ev çocukluğumdan miras kalan 'huzur' Kış akşamları; avlu'da yağmur, soba'da portakal kabuğu. ''Boozaaa'' diye yankılanan sokaklar...
Yaz akşamlarında körfezin gün batımı, çocuklar için eve girme vaktini hatırlatırdı. Biraz daha oyunun hayalini, annemin defalarca eve çağıran en yüksek tondaki seslenişi bozardı.
Akşam yemeğine genelde 10 kişi otururduk. Anneannem sabırlı bir kadındı ve kriz yönetimini ondan daha iyi bilen birini şu yaşıma kadar hiç tanımadım. Kapı önü sohbetlerimiz vardı. Biz dört torun, yandaki evde Kaptan Mehmet Amca'nın kapısında otururduk. Kaptan Mehmet Amca yalnızdı ve bize çekirdek, çikolata, gazoz verirdi. Her akşam aynı anılarını anlatırdı. Bütün çocuklar gider ben dinlemeye devam ederdim. Çünkü onun yalnızlığını hissediyordum. Anlattığı birçok şeyin uydurma olduğunu 8 yaşındaki ben bile anlıyordum. Kaptan Mehmet Amcanın, çoğu uydurmada olsa denizdeki, anılarını dinlerken deniz kokusu duyacak kadar inanmış görünürdüm. O öldüğünde kapısını boş görmek uzun süre çok üzdü beni. Yıllar sonra O'nun aslında kaptan olmadığını öğrendiğimde daha çok üzülmüştüm. Hayır, onu da uydurduğu için değil. Denizi çok sevdiğimi biliyordu. O kadar yalnızdı ki, diğer çocuklar gibi gitmemem için, ona ses olmama ihtiyaç duyduğu için. Bunu zamanla anlamıştım.
Anneannemin ölümüyle, kapı önü sohbetleriyle dolu bir devir kapandı. Geride özlediğim anılarıyla bir devir. Hepimizin hayatlarında o güzel insanlardan var. Geçtigimiz bir yol gibiydi hayat, yolun sonuna kaç km olduğunu gösteren bir tabelada yoktu. Düşünüyorum, göçtüğümüzde bu dünyadan, bizi sevgiyle ananlar olacak mı? Bir çocuğu mutlu edebildik mi? Ne bırakacağız? Biz neden varız bu dünyada sıkça sormalı. İzmir'de yine bir akşam, sokaklar ve lambalar yağmura emanet. Devir pandemi...