En kutsal mesleğin günü; bugün! Öğretmenler günü… Kutlu olsun! Neden en önemli, en kutsal meslek; bugün, beraber değerlendirelim…
Günlük yaşantımızda da hep söyleriz ‘ağaç yaşken eğilir’. Çocukluk dönemi ile başlayan hayat, ilk günden itibaren aileden alınan eğitim, çevreden alınan eğitim ve okuldaki eğitim-öğrenim ile devam ederiz; Yani Milli Eğitim Bakanlığı dahilinde bir okula gideriz. Çocukken, Milli Savunma Bakanlığı’na ihtiyaç duyan var mı; Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığına, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığına? Hayır dediğinizi buradan duyuyorum. Demek ki; dünyadaki her insanın ilk adım attığı nokta burası… Milli Eğitim Bakanlığı ile epilepsililer için çalışmalar yapmak için gittiğim her ziyarette, bakanlıkta görüştüğüm yetkili kişiye söylediğim cümle şudur ‘tüm bakanlıklar bugün için çalışır; yarın için çalışan tek bakanlıktır; Milli Eğitim Bakanlığı…’ Bazı yetkililer ilk etapta şaşırsa da, onlar da aynı fikri destekliyorlar.
Peki ilk olmanın ne önemi var? Küçükken çocuğa doğuları-yanlışları çok kolay öğretebiliriz. Örneğin annesi-babası çocuğa şiddet uygulamıyorsa, o da arkadaşlarına şiddet uygulamayan, okulda da daha sakin hareket eden öğrencidir. Bilakis şiddet uygulanıyorsa, bu durum çocuğa göre normaldir ve bu davranış aile eleştirmez ama öğretmenler anaokulundayken başlarlar; doğruya yönelim çalışmasına. Çünkü öğretmenler sadece öğretim konusunda bilgi veren değil, insanları eğiten kişilerdir. Her dönem bu yanlışı düzeltme şansı biraz daha azalır.
Eğitimden sonra, bir de öğrenim penceresinden bakalım. Öncelikli olarak sınıf geçmek ile öğrenim görmeyi kesinlikle birbirine karıştırmayalım! Sınıfı geçmek için çalışma; günü kurtarmaktır; öğrenim görmek ise, bilgi sahibi olup; yarın söz sahibi olmaktır! Peki nasıl söz sahibi olunur? Diploma, işe girerken ilk etapta sunulur ve ilk intibayı belirler. Çok güzel okullardan mezun olup; çalışma hayatına girip; işten çıkarılanlar da olur; diploması ilk etapta pek etkili olmayan ama kendini geliştirdiğini ispat edip; yükselenler de… Eğitim aile, çevre ve öğretmenden alınan davranış, konuşma şeklini belirlerken, öğretim, öğrencinin çalışması kadar, öğretmenin anlatımını da kapsar. Kişinin çalışıp-çalışmaması sadece o kişiyi bağlıyken, öğretmenin etkin oluşu tüm sınıfı etkiler. Öğretmenin tek sınıfa girmediği, bu anlatımın da senelerce devam ettiğini düşündüğümüz zaman, çarpan etkisinin ne kadar büyük olduğunu tahmine edebiliriz. Hatta şöyle bir örneklendirme yapalım. Sınıfta 40 öğrenci var. O anda etki 40 öğrencide. Örneğin tarih dersinde öğretmenin programında haftalık 26 saatlik ders var, her sınıfa 2’er saatten 13 sınıfa giriyor. Etki 40x13=520 öğrenciye etkisi oldu. Öğretmen 25 yıl çalışıp; emekli oldu. 520x25=13.000 öğrenci oldu. Öğretmen olduğu için çevresinden de birçok kişi kendisine uzmanlığı ile ilgili sorular soracaktır! Bu nedenle 1 öğretmen, en az 15.000 kişiyi etkiler! Çarpan etkisi 1’e 15.000… Bir de öğretmen okuluna giden 500 öğretmen yetiştiren öğretmen okulunda, öğretmen adayları bu sorunu yaşarsa, bunu düşünmek bile istemiyorum çünkü milyonlara doğru giden rakamlar gözümün önüne geliyor!
Bir çocuğun ebeveynlerinden sonra ilk iletişime geçtiği yerdir; okul. Kreş, anaokulu, ilköğretim derken hayatımızda farklı farklı kişilerle karşılaşırız. Annem orta eğitimde öğretmenlik yapmış bir kişi olarak şöyle demişti: ‘Aile hamur için malzemeyi verir, ilkokul öğretmeni hamuru yapar, biz ancak şekil veririz.’ Yani hamurun iyi olması için ailenin verdiği malzeme ile hamuru hazırlayan öğretmen, yarın birey olacak kişiyi hayata hazırlıyor. Eğitim seviyesi yükseliyor ama, azalarak alınan eğitim ile bilgi seviyesi düşüyor ve bu gerçekler üniversite sınavında da ortaya çıkıyor. Yarınımız için en önemli konudur; eğitim... Ağaç yaşken değil de, olgunlaşınca eğilirse, şekli vermeye çalışırsak, zorluyor, hatta kırılabiliyor!
Öğretmenleri diğer mesleklerden ayıran bir konu daha var. İş yerine gideriz, işimiz biter evlerimize geliriz. Herkes kendi çalıştığı bölüm ile ilgili işi takip eder. Öğretmen, sadece ders takibi değil, öğrenci takibini de yapan kişidir. Çünkü öğrenci, annesinden çok, gün içinde öğretmeninin yanındadır. Dersteki duruş, konuşma, arkadaşları ile iletişim, derslere karşı ilgisi, giyimi, kullandığı materyaller, o çocuğun genel durumunu yansıtır. Pedagojiyi bilen, özne ile irtibata geçen öğretmen, o çocuğun hayatta kopmasına engel olabilecek ilk kişidir. Ailedeki huzursuzluktan, ekonomik sorunlardan veya evin okula uzaklıktan dolayı, okuldan ayrılmak isteyen ama bunu hissedip; gereği yaparak topluma kazandırılmış çok birey var. Kısaca öğrenim vermenin yanında, eğitimi destekleyen, aileden sonraki 2. kişi olarak, çok önemli bir görevi arz eder; öğretmenlik... Onun için Atatürk: ‘Öğretmenler!... Cumhuriyet, fikren, ilmen, fennen, bedenen kuvvetli ve yüksek seciyeli muhafızlar ister. Yeni nesli bu nitelik ve kabiliyette yetiştirmek sizin elinizdedir.’ demiştir.
Tabi bu dezavantajların yanında, bir de avantaj var ki; onun tadı da hiçbir meslekte olmaz! Mesela, birisi esnaftır, belki sadece bir kere alışveriş yaparsınız, bir kaç kere karşılaşacağız doktorunuz, belki askerlikten sonra bir daha görmeyeceğiniz komutanız vardır... Ama öğretmenler, okula gittiğimiz hemen hemen her gün karşılaşırız ve en az haftada bir dersine gireriz. Yarın kendileri ile karşılaştığımız, ziyarete gittiğiniz veya okumanıza destek verdiği için güzel bir noktaya geldiğinizi hatırlayıp, görüştüğünüz öğretmenizin aldığı keyif, görülmeye değer... Çünkü geri dönüşümü olan tek meslektir; öğretmenlik. İşte bu sefa için de, tüm cefalara değer.
Bir de cumhuriyetin kuruluşuna gidelim… Okuma-yazma oranı %5 idi. Dikkat edelim yüksek öğretim, orta öğretimden bahsetmiyoruz; okuma-yazma oranından bahsediyoruz! Okumayan toplumlar, her zaman, her yöne döndürebilir. Savaş sonrasında bilinçsiz bir toplumun olduğu aşikardı. Eğitim-öğrenimin önemini çok iyi bilen ve gören, Başöğretmen Mustafa Kemal ATATÜRK idi… Kütahya-Eskişehir Savaşı gibi yangın yeri varken, 16 Temmuz 1921’de Maarif Kongresi Ankara’da toplandı. Savaş esnasında bile vazgeçilmez unsurdur_ eğitim! Başka bir örneğe bakalım… 30 Ağustosta kazanılan zafer ile savaşın durumu savunmadan hücuma geçince, ATATÜRK’ün askere kitaplarını toplamasını söylemesi üzerine, asker nereye kitapları koyacağını ATATÜRK’e sorar; hareket şudur! Atatürk mermilerle dolu kasayı araziye boşaltır ve ‘çocuk bugün savunma ile ilgili savaş bitti. Asıl savaş şimdi başlıyor!’ der. Şimdi cumhuriyet döneminde gidelim… 29 Ekim 1923’de cumhuriyet ilân edilir. Viran ülkede, yapılması gereken çok şey vardı. 4 ay geçer ve 3 Mart 1924’de Tevhid-i Tedrisat Kanunu çıkar ve eğitim birliği sağlanır. Tabi eğitimin gelecek nesillerin güçlenmesini veya zayıflamasına neden olacağını bilen ATATÜRK, öğretmenlerin ayrıcalıklı olduğunu, onların yarınlarda izi olacağını çok iyi biliyordu. Bunun için Çankaya Köşkü’nde, Atatürk’ün yaveri Salih Bozok’dan bir alıntıyı sizinle paylaşmak istiyorum. Her akşam olduğu gibi, Devlet işleri bittikten sonra sofrada oturulup; yarının önemli konuları, konusunda uzman olan kişiler ile konuşuluyordu, o anda yaveri Atatürk’ün yanına geldi:
‘Paşam TBMM’de bir karar almış, Cumhurbaşkanı olarak size sunuyorlar’ deyince, Atatürk sorar:
--Konu nedir çocuk?
-Milletvekilleri kendilerine zam yapılması için kararı aldı.
-Öğretmen maaşlarını geçiyor mu?
-Yok Paşam; hiç öyle birşey olabilir mi?
-Tamam o zaman
Der ve alınan TBMM kararını imzalar. Çünkü en kutsal, en değerli meslektir öğretmenlik! Zaten bakanlığın başında ‘milli’ yazması da, bu önemi işaret etmiyor mu? Bunun için başöğretmenimiz ‘toplumun düşmanı cehalet, cehaletin düşmanı öğretmendir.’ demişti.
Devlet olarak güzel sonuçlar almak istiyorsak, beklentileri yüksek olan toplumlar gibi, en büyük yatırımları, katkıları eğitim için yapmalıyız! Eğitimsiz, öğrenim düzeyi düşük toplumlar, eğitim düzeyi yüksek toplumların boyunduruğunda yaşamıştır, yaşıyor ve yaşayacaktır! Bugünkü gibi ÖSYM’de en yüksek puanlar tıp, bir alt grup mühendislikler, sonra öğretmenlikler değil; en yüksek puanlı bölümler öğretmenlikler olmalı! Öğretmenler en yüksek puanlı, en fazla bilgili, en güvenilir, gelir durumu en yüksek kişiler olmalı. Ne kadar çok verilen değer olursa, o kadar çok verim alma hakkı olur; aynı okuma yazmanın çok düşük olduğu dönemlerde açılan köy enstitüleri sayesinde oluşan bilinçli toplumlar gibi… Bizler düşük puanlarla alınan, düşük maaşla alan, bu statüye indirdiğimiz öğretmenlerden, pembe yarınlar mı bekliyoruz?
Doktor, mühendis, müdür, subay, milletvekili gibi çok güzel mesleklere sahip olabiliriz ama sandalyemiz gittikten sonra unutulabiliriz; oysa ilkokula gittiği zamanki öğretmeninin adını hatırlamayan var mıdır? Veya okulda bazı konularda size iz bırakan öğretmenlerini... Oysa ‘2. Başbakan kim’ diye sorsak kaç kişi bilir! Bence öğretmenliğin en güzel tarafı: dünyada geri dönüşü olan yegâne meslek olması... Bakıyorum da anneme; doktora gidiyor öğrencisi, belediyeye, tatile gidiyor öğrencisi... Eğitim vermenin tadına bakmış bir kişi olarak; ben de damakta bıraktığı tadı öğrendim.
Bugünlerle Devlet ile ilgili birşeyler yapmak istiyorsanız 16 bakanlıkla görüşün. Yarınları düşünüyorsanız sadece Milli Eğitim Bakanlığı ile görüşün. Çünkü yarınlarımızı kurtaranlar, yalnız ve ancak öğretmenlerdir! Bu özel günde başta başöğretmen ve annem başta olmak üzere tüm öğretmenlerimizi minnetle anıyor, öğretmenlerimizin ayrı ayrı öğretmenler gününü kutluyor, saygılar sunuyorum...
Ebru ÖZTÜRK
Eğitimci&Sosyal Girişimci& STK Başkanı