Daha geçen gündü, bir çocuk parkında oynuyorduk, oğlum ve onun kuzenleri ile…
İyi futbol oynarım, KSK’nin alt yapısında yetişip, yirmi yaşıma kadar orada burada, en son Mustafa Kemal Paşa’da futbol oynadım.
Ama gel gör ki, mazbut bir sakatlık, uzaklaştırdı bizi meşin yuvarlaktan.
Belki o kadar yetenekli değildim, kendimi avutuyorumdur ama şu da bir gerçek ki şimdilerde ki gibi spor bu denli ilerlemiş değildi.
Her neyse, ben yine acayip mükemmel goller yiyip, boş kaleye on tane gol kaçırınca da, maksut talihime yine yenilmiş oldum.
İlginç olan, her gol attıklarında, o kadar enteresan figürlerle gol sevinçleri yaşadılar ki maçtan çok, gol sevinci yaşarken yoruldular.
Meyve suyu ve tostları kaybetmek benim için olağan bir şey, sıkıntı yok yani…
Tabi ki adamlarda enerji hiç bitmiyor, oradan, oyun parkına gittik. Afrika şempanzelerini kıskandıracak akrobasi hareketlerini yaparlarken, onları izlemek müthiş keyifli idi. Sırasıyla, kaykay, tahterevalli, salıncak ve adını henüz telaffuz edemediğim, muhtemelen de esas isimleri bizim afacanlar tarafından değiştirilip, sokaktaki ismi ile seslenilen yeni yeni
oyuncaklarda oynadılar, ben de keyifle onları seyrettim.
Çocuklar benim hayatımdaki en önemli varlıklar…
Onların neşesi, saf duyguları, bir oyunun bir canlıyı bu kadar mutlu etmesindeki ilahi durum, müthiş keyif benim için. Onların yeni bir şeyi keşfetmesindeki mutluluk, dünyanın yeniden keşif çığlıkları ile eş değer benim için.
Bizimkileri böyle uzaktan ama keyif ile seyrederken, bizimkilerden biri diğerine, o diğeri diğerine, o diğeri de diğerine bir şeyler söyledi. Sonra hepsi birden, parkın karşısındaki zıpzıplara baktılar ve o bir şey isteyecekleri zaman takındıkları sevimli gülümsemeleri ile bana çevirdiler yüzlerini ’’Baba, enişte,dayı…’’
‘’Tamam’’ dedim ’’herkes zıpzıpa’’
‘’hollleyy’’nidaları altında, Afrika’da ki Bufalo sürüleri gibi koşturmaya başladık o yöne doğru. Sonra onlar Örümcek Adam vâri hareketlerle oynamaya başladılar.
Birden dikkatimi ileride beliren bir yaşlı çekti. Beyaz saçını, sağ tarafına yatmış kasketi belli belirsiz örten, ceketinin altında örgü yeleğinin cebinden gözüken sigara paketi, ayakkabısından taşan örgü krem rengi çorapları ile tam çocukluğumun kıyafetleri içinde bir amca. Eskimekten eskimiş ceketinin örttüğü sağ koluna takıştırdığı hasır sepetinin içinde gördüğüm ’’Evet evet oydu’’ Horoz Şekeri idi…
Yahu neden hepsi kırmızıydı bu şekerlerin?
acaba çocuklar ’’O renk senin, bu renk benim’’ diye kavga etmesinler diye mi hepsini kırmızı yapmışlardır diye düşünmedim de değildir hani.
Küçük ince bazen plastik, bazen tahta çubuklara takılmış, muhteşem bir şeker dünyası. Horoz Şekeri olan çocuk acayip fiyakalı olurdu, o da bunun farkında olur, forsundan geçilmezdi. İlk başta yalanan, fakat dayanamayıp ısırılan, birkaç harçlıkla tekrar alırım nasıl olsa diye bir düşünce akıldan geçse de, şeker biter ve derin üzüntü başlar. Okuyup adam olmak ve kendi paran ile bol bol Horoz Şekeri almak için okumaya kara veren arkadaşlarım vardı benim henüz dokuz yaşında iken.
Şimdi ki çocuklar zeki, hem de çok…
Bu belki de bizden daha fazla edinilmiş bilgi ile donatılmış bir dünyada yaşadıkları içindir. Biz bu konuda kimi zaman şanslı, kimi zaman şanssızdık. İmkânsızlık içerisinde mucitlik yapmak ve keşfedilmiş olsa dahi ’’Kendisi yapsın da, kıymetini bilsin’’ mantığı ile büyütülmüş bir nesiliz biz.
Zar zor mahalle takımına bir plastik top alınır, o top cümle mahallenin bahçesine, balkonuna kaçırılırdı. Ala hırsızlara parmak ısırtacak hareketlerle, topumuzu geri alma operasyonlar düzenlerdik. Bazen gaddar teyzeler tarafından katledilip, gövdesi ikiye ayrılırdı, bizim müthiş bir zaferle, aşaa mahalle takımını dumura uğrattığımız, uğurlu topumuzun. Bazısı patlardı, içine pazen atıkları doldurur öyle oynardık, iyice küçülür, minyatür kale maç yapardık, en son cesedini bazen, Horoz Şekeri satan amcaya verir, yerine şeker alırdık.
Reenkarnasyona inandığımızdan filan değil, şekeri en az topumuz kadar sevdiğimizden onu şekerciye verirdik. Sadece para ile satılmazdı yani bu güzelim lezzet. Bizim mahalle de paylaşılırdı, diğer mahallerde bizi bağlamazdı…
Gidip hemen, yaşlı amcaya yanaştım, selamlaştıktan sonra konuşmaya başladım. Yirmi sekiz yıldır Horoz Şekeri satarmış ’’Benim horoz şekerlerimle büyüyen çocuklar, şimdi doktor, mühendis oldu’’ dedi vakur bir edayla. Bizim afacanlara ve o anda zıp zıpta olan birkaç çocuğa ve evde yiyebilmek için stok olarak birkaç on tane aldım. Bizim çocuklarla parkın içindeki banklara oturup, başladım onlara bu lezzetin değerini ve de ederini anlatmaya. Alamet şekerdeydi sanırım, çocuklarında müthiş hoşuna gitmişti. Yalnız bir şeyi fark ettim de, beraberce oturduğumuz o bankta aramızda pey yaş farkı olsa da Horoz Şekeri sayesinde, aynı kıvama ulaşmış çocukluğumuzu yaşıyorduk hepimiz.
Tatlar değişmiyordu!
Aynı lezzetler, aynı şakaları, aynı heyecanı ve de mutluluğu çok zaman sonra da olsa geri getirebiliyordu. Beş duyumuzun nimeti de bu olsa gerek.
Horoz Şekeri tadında, nice sağlıklı ve neşeli günlere dostlar…