Zeytin Ağacı'nın ikinci sezonu yayınlanınca yine aynı sorular gelmeye başladı: "Bu aile dizimi gerçekten dizideki gibi bir şey mi?" "Yaptırsam işe yarar mı?" Bir süredir pratik çalışmalar yapmadığım için diziyi izlememiştim ama gelen sorular merakımı artırınca oturup izledim.
Aile dizimi, Bert Hellinger’in Zulu kabilesiyle yaptığı çalışmalar sonucunda geliştirdiği, danışanın aile sistemindeki yerini bulmasına ve hayatındaki tıkanıklıkları aşmasına yardımcı olan bir yöntemdir. Kimi zaman "sistemik çalışma" olarak da anılır. Psikoterapiden farklı olarak, psikolojik sorunlardan ziyade aile sisteminden sonraki nesillere aktarılan “kilitlenme” ve “özdeşleşmeler” ile ilgilenir.
Zeytin Ağacı'na sadece aile dizimi açısından bakarsak, beklentimin aksine çok kötü değildi. İyi niyetlerle yapılmış diye düşündüm. Ancak, sistemik yaklaşımın derinliği yerine yöntemin kendisini savunmaya fazla zaman ayrılmış. Aile diziminin temel kavramları olan Denge, Düzen ve Aidiyet es geçilmiş, onun yerine yönteme bilimsel meşruiyet kazandırma çabası öne çıkmış. Bölümlerin birinde sistemik çalışmayı tıbbi bir kurul önünde savunan bir doktor yerine, bu yasalar üzerinden ilerlenmesi yöntemin özüne daha çok hizmet ederdi. Böyle olunca da yöntem nedir diye alama çabasıyla diziyi seyreden biri için, içi boş bir spiritüel çalışma tadı vermiş.
Sistemik çalışma, spiritüel öğeler taşısa da belirli kurallara ve işleyiş yasalarına dayanır. Dizideki seanslara bakınca, sistemik çalışma daha çok medyumluk ya da fal bakma seansları gibi gösterilmiş. Bunun sonucunda da insanların, "Dizim yaptırsam ne çıkar?" gibi sorular sormasına sebep olması gayet normal. Oysa aile dizimi böyle çalışmaz. Bir dizim açtırarak geçmişin üzerinizdeki etkilerini keşfetmek yerine, hayatınızdaki tekrarlayan ve başa çıkamadığınız sorunlara yeni bir bakış açısı kazanmak için sistemik çalışmaya başvurabilirsiniz. Klinik psikolojinin yerini tutan bir çalışma değildir. Tekrar eden sorunlara, geçmişten gelen farklı bir bakış açısıyla bakarak, özgürleşme yolunda bir adım atmanıza yardım eder.
Yeniden diziye dönersek, izleyiciye sunulan sistemik çalışmanın bir parça yanıltıcı olmasını da eleştirebilirim. Dizim alanında gözünü kapatıp, “şimdi çiçek dolu tarlalardayım”, “şimdi bir kayıkla Ege’nin diğer yakasına geçiyorum”, tarzı televizyonda izler gibi görüntüler gelmesi beklentisi sizi yanıltır. Sistemik çalışma sizi geçmişteki bir atanızın anısına ışınlamaz. Ama parçası olduğunuz aile sisteminin kolektif alanından bazı içgörülere, sezgilere ve hislere erişiminizi kolaylaştırır. Büyük büyük dedem savaştan dönmedi, acaba başına ne geldi amacıyla dizim yapmak size yarar sağlamaz. Sistemik çalışma ile yapılan, ya da yapılması gereken atalarımızın yaşandıklarına saygısızca dalıp, şu anki sıkıntılara bahaneler yaratmak için aile geçmişini bahane olarak kullanmak olmamalıdır. Geçmişte olan bitenle ilgili alçakgönüllü bir içgörü geliştirip, aile sistemine, atalara, ebeveyne ve sonuç olarak kendinize daha sevgi dolu bakmanıza destek olmalı amaçlar. Aile sisteminden dışlanmış olan alkolik, kumarbaz, fail ya da kabul etmek istemediğimiz bir etnik gruba ait olan bir atamıza daha sevgi dolu, daha farkındalıkla bakmamızı sağlar.
Aslında aile diziminin özü, *"Kör Sevgi"yi "Gören Sevgi"ye dönüştürmektir. Gören sevgi, koşulsuz ve kapsayıcıdır. Yani, aile sisteminize farkındalıkla bakabilmek ve bu farkındalıkla hareket edebilmektir. Sistemik çalışma, size ihtiyacınız olan resmi gösterir; ancak o farkındalıkla ne yapacağınız size kalır. Bu bir sihirli değnek değil; içsel dönüşüm ve değişim sizin sorumluluğunuzdadır. Sistemin dayandığı, Denge, Düzen ve Aidiyet yasaları içselleştirilmezse yapılan dizim zihinde kalan basit bir düşünceden ileri gitmez. Dizim sonrası hissettiğiniz plasebo etkisini gerçek bir dönüşüm aracı haline getirmek size kalır.
Sonuç olarak biz insanlar köklerle savaşmak yerine, onları kabul ederek özgürleşiriz. Aile sistemindeki felaketler, acılar ve trajediler eğer onları lanet yerine bir fırsat olarak görebilirsek, kendi içimizdeki karanlıkları aydınlatmak için rehber görevi görebilir. Geçmişin gölgesinde yaşamaktansa kendi ışığımız olmak da yine gören ve farkında olan sevgi ile mümkün olur. Jung’un dediği gibi, bir insan aydınlığı hayal ederek değil, içindeki karanlığın bilincine vararak aydınlanır.