Bazen öyle bir duygu deryasına düşer ki insan ne olduğunu, nasıl olduğunu sorgulamaksızın yaşar. Zaman zaman çılgınlıklara meyil verenin sadece gülüş ve sevişten gelen olduğunu düşünür ve düşündürürsünüz.
Aslında her şey daha bir anlam yüklediğini söyleyemediğiniz anlarda boğuşursunuz kendinizle. Ve bunu saplantı haline geldiğini düşünen çevrenizdeki dost ve arkadaşların söylediklerine kulak asmaz, umursamaz bir tavır sevgilersiniz. Aslında onlar da bilir sevgimin nasıl sevecen olduğunu. Anlaşılmaz taşınmaz olduğunu bildikleri için çok fazla çabaya girmezler ve girmelerine izin vermem. Yaşayışım ve yaşantım kimseyi ilgilendirmez diyorum ama ilgilerine ihtiyaç olduğumu da söylemekten vazgeçmiyorum. Yanımda yanı başımda olmaları güç veriyor, dahası da cesaretlendiriyordu. Aslında sevgiye kapılmamın birden çok sebepleri vardı, ama tek sebebi oydu sanki.
Derinlikler, delilikler ondan yaşandığını söyledikçe gülüyorlardı bana. Ne bileyim onların gülüşlerinden mi feyz alıyordum, anlamıyordum. Anlayamıyordum. Belki de anlamak işime gelmiyordu.
“Gidişleri ölüm, gelişleri büyük heyecandı. Gülüşleri cennet, düşüşleri cehennemdi. Konuşması dört mevsim, susuşu sadece son bahar ve kıştı.”
Oysa Mevsimler yaşarken Sadece iki mevsim daha kötü betimliyordu beni dışarıya. Neyin ne olduğunu daha fazla görünme çabasından geri çeksem de kendimden, çektikçe daha çok ben olmaya başlamışım. Aslında sadece giyilmiş bir paltonun içinde ısınmanın tadını varan kişi olmak varken, o paltonun altında soğuk titreyiş içinde durma çabası gösteren olduğunu bilinmek ne kadar iç acıtışı olduğunu düşünmek üzüyordu beni. Ve amansız zamansız bekleyişlerimin çıkarsızlığın da kaybolurken ben şimdi kayıp şehirlerde kaybımı aramak üzere yorulmuş ve yorgunluğa bitap düşmüş biri olmak üzücü.
Kendimi bağladığım her limanın yıkılışını izlemek dalga kıranlarını ve o dalgalarda sallantılara maruz kalmak, başlı başına acı vermeye başlamıştı ki bana, acım dindirilmemeliydi belki de. Çaba buydu başarı ile sonuçlanmıştı da. Görmek istediği bu değildi, ama isteklerinin içindeydi belki de.
Hemen aklıma Gelen Bir söz takıldı dilime.
"Görünmez bir mezarlıktır Zaman" A.İLHAN
Bunu defalarca tekrarladım ve çıkardığım tek sonuçtu, her ölünün mezara girmediği.
Bunun çıkarı olan hayatın bağımsızlığında bağdaşamamamızın bir simge haline gelmesi de ayrı bir hüzün bırakırdı.