Cumhuriyet Halk Partisinin eski Cumhurbaşkanı adayı ve Milletvekili Muharrem İnce, COVID-19 salgını sonrası yaşanan süreç , Türkiye ekonomisi ve CHP gündemi hakkında bilgi vererek Haber Müdürü Ece İçmez’in sorularını yanıtladı. Alınan tedbirler hakkında açıklamada bulunan Muharrem İnce, vatandaşlardan da isteklerini dile getirdi.
Sayın Muharrem bey öncelikle Röportaj teklifimi kabul ettiğiniz için çok teşekkür ederim. Biraz kendinizden bahseder misiniz?
- Çok teşekkür ederim. 1964 yılında Yalova’nın Elmalık Köyünde Rize kökenli annenin, Selanik kökenli babanın ilk evladı olarak dünyaya geldim. Gençliğim Yalova ve üniversite eğitimim için Balıkesir’de geçti. Üniversiteden sonra öğretmen olarak Artvin Borçka’ya atandım. Öğretmenlikten istifa ederek Yalova’ya döndüm. Dersanelerde öğretmenlik ve Yöneticilik yaptım. 2002 yılında Milletvekili oldum. 2018 yılında Cumhurbaşkanı Adayı oldum. Siyasete devam ediyorum. Evliyim, bir oğlum, bir torunum var.
Tüm Dünyada olduğu gibi Türkiye’nin de gündemi Coronavirus (COVID-19) , Türkiye’de alınan Coronavirus tedbirleri sizce yeterli mi?
-Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçilirken hükümet büyük vaatlerde bulundu. Türkiye ekonomisi uçacak, yeni sistem ile birlikte Türkiye zenginleşecekti. ancak beklenen olmadı. Türkiye potansiyelinden çok daha düşük büyüme rakamları açıkladı. Örneğin 2019 yılı büyüme rakamı yüzde 0.9 olarak açıklandı. İşsizlik tarihin en yüksek rakamlarına ulaştı. Kaldı ki, AKP döneminde işsizlik tanımı değişti. İşsiz olan herkes işsiz sayılmıyor. İş arama umudunu yitiren işsiz sayılmamasına ve TÜİK tarafından açıklanan işsizlik verilerine eklenmemesine rağmen resmi işsizlik rakamları yüzde 14’ler dayanmıştır. Hem işsizliğin hem istihdamın aynı dönemde düştüğü bir süreci yaşıyoruz. İşsizlik düşerken istihdamda, işgücüne katılımda artış olması gerekirken istihdam düşüyor.
Bu veriler bize Türkiye ekonomisinin Corona öncesinde ciddi sorunları olduğunu ortaya koymaktadır. Corona ile birlikte ekonominin içinde bulunduğu durum daha net gözükmeye başlamıştır.
Corona sürecinde alınan tedbirlere bakıldığında bu tedbirlerin vatandaşa daha çok borçlandırma, borç ve ödeme ötelemesi olduğu gözükecektir. Bugüne kadar karşılıksız yapılan tek ödeme ihtiyaç sahibi yurttaşlarımıza yapılan aylık 1.000 TL ödemedir. Geri kalanlar işsizlik fonundan yapılan ödemeler ve faiziyle borç olarak verilen ödemelerdir. 100 milyar, 200 milyar, 250 milyar ve hatta çarpan etkisiyle 600 milyar TL olduğu açıklanan paketlerin Türkiye ekonomisinde yaşanan talep daralmasını aşamayacağı ortadadır.
Hükümet zor günler için birikim yapmak yerine, zor günler için, biriktirilen birikimleri de hoyratça israf etmiştir. Merkez Bankasının kefen parası olarak gördüğümüz ihtiyaç akçesini geçtiğimiz yıl harcamıştır. O nedenle bu zor günlerde vatandaşına destek olmak yerine vatandaşına IBAN vererek, mesaj üstüne mesaj atarak para isteyen bir hükümet olmuştur. Kendisi vatandaştan para isterken Belediyelerin yardım toplama, bağış kabul etme yetkilerini Genelge ile durdurmuş, bu konuda açılan banka hesaplarını bloke etmiştir.
Buna karşın özellikle CHP’li Belediyelerin askıda fatura gibi dayanışmayı öne çıkaran uygulamaları hükümetin beceriksizliğini, vatandaşın yaşadığı sıkıntıları ortaya koymaktadır. Bu beceriksizlik maske dağıtımında da görülmüş, çeşitli yöntemlerle bedava dağıtılacağı söylenmiş, dağıtılamamış, parayla satılmaya başlanmıştır. Yurttaşına 5 maske bile dağıtamayanların, sokağa çıkma yasaklarını yönetemeyenlerin memleketi iyi yönetmeleri, ekonomiyi büyütmeleri beklenemez.
Yeni kurulan partiler hakkında ne düşünüyorsunuz?
-Yeni kurulan partiler AKP’nin içinden çıkınca önce “ümmeti bölmeyin” propagandası yapıldı. Sonra AKP Genel Başkanının “ölü doğdular” dediği yazıldı. Benim siyasi çizgimle bu partilerin siyasi çizgileri aynı değil ama bu siyasi partilerin seçime girmesini engelleyecek adımların, değişikliklerin konuşuluyor olması demokrasimiz adına üzüntü ve utanç vericidir. Parti kurmak, seçime girmek hukuki yükümlükleri, şartları yerine getiren her siyasetçinin ve siyasi partinin hakkıdır. Buna engel olmak, buna engel olmaya yönelik adımlar atmak demokrasi iddiamıza, birikimimize, mücadelemize zarar verir.
Milletvekillerinin vekilliğinin düşürülmesi hakkında ne düşürüyorsunuz?
-Ben bu konuda partimden ayrışarak Dokunulmazlıkların kaldırılması konusunda hayır vermemiz gerektiğini söyleyen ve o meşhur Anayasa’ya aykırı Anayasa Değişikliğine hayır oyu vermiş bir siyasetçiyim. Bizim parti olarak 2002’den beri bir ilkesel duruşumuz var. Dokunulmazlıklar Kürsü Dokunulmazlığı ile sınırlandırılması, Milletvekili Milletin vekaletini özgürce yerine getirebilmelidir.
Ancak Türkiye’de 2010’dan beri Yargı bağımsızlığı ciddi tahribata uğramıştır. 2010 yılında yapılan Anayasa değişikliği referandumunda bugün FETÖ denilen yapı ölüleriniz kaldırın oy kullandırın derken, AKP Genel Başkanı sonuçların açıklanmasından sonra yaptığı açıklamada okyanus ötesine teşekkür etmiştir. Yargı bağımsızlığı bu referandumla birlikte ortadan kalkmış, yargıçların siyasi kimliği öne çıkmaya başlamıştır.
Hakimler Savcılar Kurulu’nun 13 üyesinin 6’sının doğrudan bir siyasi Partinin Genel Başkanı olan Cumhurbaşkanı tarafından, geri kalan 7 üyesinin ise biz “Biz Genel Başkanımızdan, Cumhurbaşkanımızdan seve seve talimat alırız, bundan şeref duyarız” diyen Milletvekilleri tarafından ve dolaylı olarak yine AKP Genel Başkanı tarafından belirlendiği bir yargı düzeninden ve o yargının hukuku değil siyaseti gözeterek verdiği tartışmalı kararlardan söz ediyoruz.
AKP İlçe Başkanlarının hakim yapıldığı bir yargı düzeninden söz ediyoruz. AKP Genel Başkanı konuşunca kararını değiştiren bir yargı düzeninden söz ediyoruz. Şimdi böyle bir yargı düzenine muhalif siyaset yapan milletvekilleri güvenebilir mi? Nitekim yargıya güven yüzde 20’lere gerilemiş durumda.
2002’den 2010’a kadar Dokunulmazlıkların Kaldırılması konusunda “yargıya güvenmiyoruz o nedenle dokunulmazlıkları kaldırmıyoruz, dokunulmazlıklar kalkarsa yasama yargının oyuncağı olur, yargıçlar siyaseti dizayn eder” diyen AKP yargıyı ele geçirip kendi güvenecekleri bir yargı oluşturunca Milletvekillerini bu yargının eline, insafına teslim ettiler ve böyle millet iradesini yok sayan kararlar çıkmaya başladı.Yargı bağımsızlığı bizim demokrasimiz için de ekonomimiz için de olmazsa olmazdır. Bunun için mücadele etmeliyiz.
Ak partili vekillerin gündemi CHP üzerinden yürürken Cumhuriyet Halk Partisi vekilleri ekonomik sıkıntılara ve işsizliğe dikkat çeken açıklamalarda bulunuyor siz bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
-AKP çözemediği sorunların konuşulmasından kaçıyor. İşsizliği, gelir dağılımı adaletsizliğini, yoksulluğu, yasakları, yolsuzluğu gündemden düşürmeye çalışıyor. Ancak hakikat sonsuza kadar gizlenemez. Tarihle kavga ederek, tarihi olayları çarpıtıp temcit pilavı gibi ısıtıp ısıtıp yeniden servis etmek bir noktaya kadar idare eder sonra gerçekler ortaya çıkar. Bugün yapılması gereken gerçekleri konuşmaktır. AKP’nin kendi tarihini, FETÖ ile ortak olduğu günleri konuşmazken 80 yıl öncesini konuşmaya çalışması da ayrı bir tartışma ve inceleme konusudur.
Geçtiğimiz günlerde Haber Global canlı yayına katıldınız ve açıklamalarda bulunurken sözlerinız kesilip Tayyip Erdoğan’ın konuşması canlı yayınına verildi. Bu konu hakkında neler söylemek istersiniz?
-Türkiye’de basın özgür değilse kimse özgür değildir. Bugün medyanın yüzde 95’i maalesef hükümet tarafından kontrol edilmektedir. Tarafsız kamu yayıncılığı yapması gereken TRT bir iktidar aparatına dönüşmüştür. Cumhurbaşkanlığı Seçim sürecinde Ankara, İstanbul, İzmir mitinglerimizi tek saniye canlı yayınlamayan TRT iktidar cenahının seçim kazanması için kırmızı bültenle aranan teröristi televizyona çıkarmıştır.
Bir televizyon kanalı yayına çıkarmak için davet gönderdiği kişiyi siz stüdyoda bekleyin, biz AKP Genel Başkanına bağlanacağız diyorsa bu konuğa, izleyiciye, gazetecilik ilkelerine saygısızlıktır.
O yayından sonra Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı televizyon kanallarının hür iradeleriyle bu saygısızlığı yaptıklarını açıklamıştır. Eğer televizyon kanalları bu saygısızlığı kendi hür iradeleriyle yapıyorlarsa bu vahimdir, yok Sarayın baskısı ile yapıyorlarsa daha vahimdir.
Medya özgürlüğü sadece medya kuruluşlarının özgür olması değil, aynı zamanda milletin haber alma özgürlüğüdür.
İlk önlem alan Ülkeler arasında yer alan Yeni Zelanda da ölüm sayısı sadece 22, vaka sayısı artık yok ve sınır kapılarını henüz açmayı düşünmüyor. Biz de ise Ticaret devam etti sınır kapıları, vaka sayısı, ölüm oranı sıfıra inmeden tekrar açıldı. Kısacası Türkiye kendini Coronavirüs sürecinde başarılı göstermeye çalışırken aslında Dünya da başka ülkeler bu süreci daha iyi yönettiğini kanıtladı. Hükümet sokağa çıkma yasağını 2 saat öncesinden haber vererek büyük bir kaosa da yol açmıştı, sizce devlet destekli sokağa çıkma yasağı gelmeli miydi?
-Türkiye ekonomisi salgına karşı alınacak sert önlemleri, birden bire uzun süreli kapanmayı kaldıracak durumda değildi. Biraz önce de söylediğim gibi Türkiye ekonomisindeki sorunlar Corona ile başlamadı, öncesinde de ciddi sorunlarımız vardı ama bu sorunların Corona ile daha da büyüeceği, ağırlaşacağı ortada. Salgın resmi açıklamalara göre Türkiye’ye 11 Mart’ta geldi. İlk vaka o gün açıklandı. Çinde ortaya çıktığı zamanı dikkate aldığınızda 2.5 aylık bir süre ve bu durum Türkiye için salgına karşı alınacak önlemleri tespit etmek için önemli bir süreydi. Bilim Kurulu’nun oluşumu eksik de olsa önemliydi. Ancak biz Bilim Kurulu’nun neyi önerdiğini, hükümetin bu önerilerden hangilerini yerine getirdiğini bilmiyoruz.
Bugün internet sitelerinde bir haber okudum. Türkiye uzun süreli sokağa çıkma yasağı uygulasaydı, tam kapanma durumuna geçseydi ne olurdu sorusunun cevabı aranmış ve ortaya şöyle bir tablo çıkmış. Türkiye 1 ay süren tam kapanma uygulasaydı vaka sayımız daha az olacak, ekonomik kaybımız aynı seviyelerde olacak ama vefat sayımız 4700’lere, 4800’lere çıkmayacak, 2700’lerde kalacaktı.
Türkiye hafta sonları, resmi tatil günlerinde sokağa çıkma yasağı uygulayarak salgının yayılmasını yavaşlatmak istedi. Ve birden bire AVM’ler açıldı, seyahat yasakları kaldırıldı, berberler, kuaförler açıldı. Şu anda okullar hariç olmak üzere alınan tüm tedbirler kaldırıldı ve vaka sayıları yeniden artmaya başladı. Umarım korkulan olmaz ama Türkiye ekonomisinin durumunu inceleyerek sağlığımızdan, hayatımızdan fedakarlık yapmamışızdır.
Bizim hükümet daha çok algıya yönelik adımlar attığı için, kendi vatandaşına maske dağıtamazken, kargo uçaklarıyla ABD’ye, İngiltere’ye maske, koruyucu önlük yollayarak biz büyük devletiz algısı yaratmaya çalıştı. Elbette yardım gönderebilir ama önceliği kendi vatandaşları olmalıydı.
Sokağa çıkma yasakları ise ayrı bir yönetilemeyen sorun alanı. Sokağa çıkma yasağının başlangıcından 2 saat önce duyurulması, sonuncuda olduğu gibi Sağlık Bakanı yok derken, İçişleri Bakanlığı’nın Genelge ile sokağa çıkma yasağığının uygulanacağının açıklanması, Cumhurbaşkanı’nın gönlüm razı olmadı diyerek saatler kala yasağı kaldırması hükümetin kafa karışıklığını, doğru kararlar alamadıklarını ortaya koymaktadır. Türkiye tek kişinin gönlüne göre değil, Bilim kurulunun önerilerine göre karar almalıdır. Son günlerdeki vaka sayısındaki artış için Sağlık Bakanı vaka sayısındaki artışın tedbirlere uymayanları uyardığını ifade ediyor. Bu artış elbette tedbirlere uymayanları uyarıyor ama tebrileri gevşetenleri de uyarıyor.
Bilim kurulu sokağa çıkma yasağının devam etmesini uygun görürken geçen hafta Süleyman Soylu sokağa çıkma yasağının olacağını duyurdu ardından Tayyip Erdoğan ‘’Gönlüm razı gelmedi’’ diyerek sokağa çıkma yasağını kaldırdı ve bunu Twitter’dan duyurdu bunun hakkında düşünceleriniz neler?
-Bir önceki sorunuza verdiğim yanıtta söylediğim gibi Genelge ile ilan edilen yasağı Twitter’dan gönlüm razı olmadı diyerek kaldırmak tek adam yönetimlerinin işidir ve bizde yaşanan da budur. Bilim rehberimiz, bilim kurulunun önerilerini yerine getirmek ilkemiz olmalıdır.
Mersin Büyükşehir Belediyesi’nin ekmek yardımın yasaklanması ama Kayseri Büyükşehir Belediyesinin aynı yardımı yapmasına izin verilmesi parti ayrımcılığı gibi duruyor bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?
-AKP iktidara geldiği günlerde Türkiye’nin sorunlarını 3 Y formülü ile çözeceğini iddia etmişti. Yasaklarla, Yoksullukla ve Yolsuzlukla Mücadele. Yasaklar katlanarak arttı, yoksullar çoğaldı, yolsuzluk artık soruşturulmuyor bile. AKP Yoksulluğu azaltmak yerine yönetmeyi tercih etti. Ve her seçim öncesinde biz gidersek sosyal yardımlar kesilir yalanına, propagandasına başvurdu.
Yerel seçimlerden önce de aynı propagandayı yaptılar. Sonra görüldü ki, CHP’li Belediye Başkanları göreve gelince sosyal yardımlar kesilmedi, aksine arttı. Hele bu corona sürecinde.
Yoksul hep muhtaç kalsın ama hep AKP’ye muhtaç kalsın anlayışıyla CHP’li Belediyelerin ekmek dağıtmasını, yardım ve bağış toplayarak yoksul, işinden, gelirinden olmuş muhtaç insanlara ulaşmasını engellemeye çalıştı.
Belediyeleri engellerken de biraz önce söylediğim gibi kendisi IBAN numaraları verip para toplamaya, mesaj atıp 10 TL gönder demeye başladı.
15 Temmuz’dan sonra şehit yakınları e gaziler için toplanan paraların halen hak sahiplerine ödenmediğini görenler merkezi bağış hesaplarına şüphe ile yaklaştılar ve haklılar da. Şimdi yapılması gereken belediyeleri engellemeye çalışmak yerine, seçimin sonuncuna saygı gösterip, kaybettiğini kabullenip belediye başkanları ile ortak çalışma yürütmekti. Tayyip Erdoğan’ın koltuktan düşme korkusu bu dayanışmayı engelledi ve ortaya AKP’li Belediyelere serbest, CHP’li Belediyelere yasak durumu çıktı.
Corona günlerinde herkes televizyonların başında Cumhurbaşkanı ne söyleyecek, hangi önlemler alındı, bu önlemler beni nasıl etkileyecek düşüncesiyle, korku, endişe içinde Cumhurbaşkanı’nın açıklamalarını beklerken Tayyip Erdoğan AKP Genel Başkanı olarak siyaset yapan, muhalefeti eleştirerek oy kaybetmeyi engellerim düşüncesine kapıldı.
Böylesine zor günlerde bile siyaset yapmanın siyaseten bir cezası olmalı ve bunun ilk seçimde sandığa yansaıyacağını düşünüyorum.
Belediyelerin bağış toplama yasağı hakkında düşünceleriniz nedir?
-Yardım toplamak da, bağış kabul etmek de yasaldır ve yasal olmayan bir yöntemle, Genelge ile Belediyeler engellendi. Tek amacı Tayyip Erdoğan’ın koltuğu kaybetme korkusu.
Ekonomik açıdan baktığımızda Türkiye sizce ne durumda?
Bu röportajda bu konuyu 3. Kez söylüyorum ama Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçtiğimiz günden beri Türkiye ekonomisi krizde ve bu sistemle iskikrara kavuşması, yeniden yüksek rakamlı büyümeye kavuşması zoru gözüküyor. Hukuk devleti olmadan, bağımsız yargı olmadan, demokratik devlet olmadan, özgürlükleri askıya alarak ekonomik büyümeyi sağlamak çok zordur. Maalesef bu hükümet sistemi denge ve denetleme mekanizmalarını yok ederek bir tek adam sistemi kurmuştur buradan çıkış Güçlendirilmiş Parlamenter sisteme dönmektir.
Bu süreçte TBMM’nin 48 gün kapalı kaldığı, toplanmadığı ve TBMM Başkanı’nın gündemimizde önemli konu yok dediği bir sistemden bahsediyoruz. Oysa Türkiye yanıyor, millet perişan, işyerleri kapanmış, insanlar gelirinden, işinden, ekmeğinden olmuş Meclisin gündeminde önemli bir konu yokmuş. Demek ki milletin gündemi ile Meclisin gündemi örtüşmüyor.
Ülkenin çıkarları için yeniden Cumhurbaşkanı adayı olmayı düşünüyor musunuz?
-Elbette düşünüyorum. Seçime 50 gün kala adaylığı açıklanmış birisi olarak 50 günde Türkiye’deki siyasi atmosferi değiştirdik, iktidarın kaybedebileceği inancını yeşerttik. 40 yıl aradan sonra yüzde 30 bandını aştık. İlk seçimde başaramadık ama bu böyle yarım kalmayacak demiştik, iddiamıza, o iddiamızın gerektirdiği çalışmalara devam ediyoruz.
Üretimi, üreticiyi, tarımı destekleyen, sosyal belediyecilik kapsamında ön safhalarda yer alan İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin birçok projesi dayanışma ruhu ile devam ediyor. İhtiyaç sahibi ailelere yardım sağlayan, ’Bizizmir’ kampanyası ve ‘Askıda Fatura’ kampanyası hakkında ne düşünüyorsunuz?
-Dayanışma bu zor zamanları en az hasarla atlatmanın tek yoludur. Tüm Belediye Başkanlarımız bu süreçte hükümetin engellemesine rağmen çok güzel işlere imza attılar. Hepsini kutluyorum.
Türkiye’de son çıkan yasayla tutuklu gazetecilerin,avukatların bu yasadan faydalanamadığını biliyoruz üstelik gazetecilerin de tutuklanmaları devam ediyor bununla ilgili düşünceleriniz nedir?
-Özgür basından, gerçeklerin yazılmasından, söylenmesinden kim korkar? Barış Terkoğlu da, Barış Pehlivan da, Murat Ağırel de, Müyesser Yıldız da, İsmail Dükel de gazetecidir ve yaptıkları haberler nedeniyle göz altına alındılar, tutuklandılar. Evrakta sahtecilik yapanı, hırısızlık yapanı infaz düzenlemesiyle sokağa salanlar gerçeğin peşinde olan, gerçeği yazan gazetecilerin bu düzenlemeden yararlanmaması için özel önerge verdi, onları cezaevinde tutmaya ve yenilerini cezaevine atmaya devam ediyor. Türkiye basın özgürlüğü liginde gerileyen, gazeteci hapseden ülke olma ayıbından kurtulmalıdır.
Bana göre Cumhuriyet Halk Partisi bilişim ve kenetlenme konusunda sıkıntı yaşıyor. Seçmenin seçimlerde yapılan usulsüzlükleri bildirebilecekleri mail adresi olmalı. Anadolu ajansının YSK’dan önce sonuçları açıklamasının önüne de geçilmeli Yüksek Seçim Kurulunun sitesi çökmelerini çok gördük ve yaşadık bunlar için önlemler alınıyor mu? Ya da sosyal medya da birbirlerine destek olabilecekleri takipleşmeler konusu var. Ak partililer kendi aralarında Twitter’da yeşil top takibi başlattı. Gerçi çoğu trol hesap ve biraz da etiket çalışmasına ihtiyaç duydukları için yorum ve destek amaçlı peki Cumhuriyet Halk Partisinin başlatmış olduğu ya da başlatacağı çalışmalar var mı?
-Türkiye’de geleneksel medya etkinliğini, saygınlığını yitirdi. Hükümet kontrolü televizyonların tek kişiyi canlı vermesini, gazetelerin aynı manşetlerle çıkmasını zorunlu hale getirdi ve insanlar geleneksel medyadan uzaklaşmaya başladı. Televizyon kanallarının yerini Youtube kanalları, gazetelerin yerini sosyal medya platformları almaya başladı. Corone süreci bu dijital dönüşümü hızlandırdı. AKP yeşil toplu hesaplarla geleneksel medyaya hükmettiği gibi sosyal medyaya da hükmedebileceğini düşünüyor ama yanılıyor. AKP’nin siyasal söylemi bunun önündeki en büyük engel.
Elbette sosyal medyada da partiler, adaylar aktif olmalı. Ben siyasal varlığımı, gücümü sosyal medyaya borçlu bir siyasetçiyim. Geleneksel medyanın görmediği etkili Meclis konuşmalarım sosyal medya sayesinde milyonlarca izlendi, paylaşıldı. Ve Cumhurbaşkanlığı kampanyasında sosyal medyayı en etkin kullanan adaydım, bunun partimden 8 puan fazla oy almam da etkisinin olduğunu düşünüyorum. Mitinglerimde telefonlarınızı çıkarın mitinglerimizi yayınlayın, milletin medyasını harekete geçirin dememin sebebi buydu. Hükümetin medyası bizim açıklamalarımızı, mitinglerimizi vermiyordu. Kamu bankalarının verdiği kredilerle el değiştiren, kamu reklam ve ilanlarıyla ayakta duran medya kuruluşlarının okunmak, izlenmek gibi bir derdi de yok. Onlar muhalefete muhalefet eden, hükümet hangi yanlışı yaparsa yapsın hükümeti savunan iktidar aygıtına dönüştülar.
Twitter Türkiye’den bazı hesapları kapatınca AKP’liler Twitter’ın siyasallaştığını, kara propaganda aygıtına dönüştüğünü, ifade özgürlüğünü engellediğini söylemeye başladılar. Oysa kendilerinin Türkiye’de medya üzerinde yaptıkları tam da budur. Twitter Türkiye karşıtı paylaşım yapan hesapları kapattığında aslansın Twitter diyenler, şimdi Twitter siyasallaştı demeye başladılar.
TRT’yi muhalif seslere kapayan, Türk Hava Yolları’nda muhalif gazetelere yer vermeyerek okuyacağımız gazeteye karar verenler Twitter üzerinden ifade özgürlüğü dersi vermeye çalışıyor. İşin ilginç tarafı bu mesajlarının çoğunu da Twitter üzerinden veriyor olmaları.
Bu konuda ben parti yöneticisi olmadığım için kamuoyuna yansıyan çalışmalar dışında hangi çalışmaları yürüttüklerini bilmiyorum ama bu alanın çok önemli olduğunu, çok ciddi çalışmalar yapılması gerektiğini biliyorum.
Bir eğitimci olarak öne çekilen sınav tarihleri hakkında düşünceleriniz neler?
-Ben yıllarca öğrencilerimi bu sınavlara hazırladım. İçlerinde Türkiye’de derece yapan çok yüksek puanlarla çok iyi üniversiteleri kazanan öğrencilerim oldu. O çocukların psikolojisini iyi bilirim. Sınav tarihiyle oynanmaz. Sınav tarihi ile oynamak, sınav tarihini değiştirmek o çocukları olumsuz etkiler. Corona süreci nedeniyle eve kapanan, annesi, babası işinden, gelirinden olduğu için psikolojileri olumsuz etkilenen çocukları bir de sınav tarihini değiştirerek psikolojilerini alt üst ettiler. Corona nedeniyle sınav tarihini Temmuz ayına ertelemişlerdi, AKP Genel Başkanı’nın kararıyla yeniden HAZİRAN ayına aldılar. Bu kararın alınmasında pedagojiden ziyade paranın etkili olduğu açıktır. Geçtiğimiz hafta sonu 450 bin adayın girdiği Milli Savunma Üniversitesi sınavı yapıldı. Bilim Kurulu tarafından tavsiye edilen maske, mesafe tedbirlerine uyulmayan fotoğraflar basına yansıdı. Önümüzde 2 sınav var. Milyonlarca öğrenci bu sınava girecek, toplu ulaşım kullanacak, aileleri okul önlerinden onları bekleyecek. Hükümete inadı bırakmasını ve bu çocukların talebine kulak vermesini tavsiye ediyorum.
Olmazsa, sınav Tayyip Erdoğan’ın açıkladığı tarihte yapılırsa da, sınava girecek evlatlarıma sınava odaklanmalarını, kendilerine bu yapılanlarının hesabını sandıkta sormalarını tavsiye ediyorum.
Röportaj teklifimi kabul ettiğiniz için tekrar çok teşekkür ederim.
-Ben teşekkür ederim.
Muharrem İnce Kimdir?
1964 yılında Yalova'nın Merkez Elmalık Köyü'nde doğdu. Sırasıyla Elmalık Köyü İlkokulu, Yalova Ortaokulu, Yalova Endüstri Meslek Lisesi ve son olarak da Uludağ Üniversitesi Necatibey Eğitim Fakültesinden mezun oldu.
Çeşitli liselerde Fizik öğretmenliği yaptı. Daha sonra memuriyetten istifa ederek, Yalova’da özel bir dershanenin kuruculuğuna öncülük etti. Aynı dershanede yönetici ve öğretmen olarak görev yaptı. Bu süre içinde Özel Dershaneler Birliğinin (ÖZDE-BİR) Yalova temsilciliğini yaptı ve birliğin, Türkiye genelindeki örgütlenmesinde aktif görevler üstlendi.
1995 yılında Yalova’nın il yapılmasıyla ilgili komisyonda görev aldı.
1996 yılında Yalova Atatürkçü Düşünce Derneği Şube Başkanlığı yaptı.
Bir dönem Yalovaspor Yönetim Kuruluna seçildi ve kulübün Basın Sözcüsü oldu.
Yerel gazetelerde ve ulusal basında çok sayıda makale ve şiirleri yayınlandı.
CHP'nin tüm birimlerinde görev aldı. İlçe Yönetim Kurulu üyeliği, İlçe Eğitim Sekreterliği, İl Başkan yardımcılığı, Kurultay Delegeliği görevinde bulundu. 18 Nisan 1999 seçimlerinden önce İl Başkanlığına seçildi.. 3 Kasım 2002 tarihinde yapılan Genel Seçimlerde Milletvekili adayı olabilmek için görevinden istifa etti.
Cumhuriyet Halk Partisi'nden 22, 23, 24. 25 ve 26. dönem Yalova Milletvekili seçildi. İki dönem TBMM Milli Eğitim Komisyonu üyesi olarak görev yaptı. 32. Olağan Kurultayda Bilim, Yönetim, Kültür Platformu için aday gösterilen 15 aday arasından en yüksek oyu alarak (864) Parti Meclisi üyeliğine seçildi. 1 Haziran 2010 -18 Ağustos 2014 tarihleri arasında CHP Grup Başkanvekilliği görevine 4 kez seçildi. Cumhuriyet Halk Partisi'nin iki Kurultayında Genel Başkan adayı oldu. Son yapılan Cumhurbaşkanlığı Seçimlerinde Cumhurbaşkanı adayı oldu.